“Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir. Yukarıdaki fıkrada belirtilen hallerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir. Evlilik en az bir yıl sürmüş ise, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi halinde, evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılır. Bu halde boşanma kararı verilebilmesi için, hâkimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına kanaat getirmesi ve boşanmanın mali sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulması şarttır. Hâkim, tarafların ve çocukların menfaatlerini göz önünde tutarak bu anlaşmada gerekli gördüğü değişiklikleri yapabilir. Bu değişikliklerin taraflarca da kabulü halinde boşanmaya hükmolunur. Bu halde tarafların ikrarlarının hâkimi bağlamayacağı hükmü uygulanmaz. Boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılmış bulunan davanın reddine karar verilmesi ve bu kararın kesinleştiği tarihten başlayarak üç yıl geçmesi halinde, her ne sebeple olursa olsun ortak hayat yeniden kurulamamışsa evlilik birliği temelden sarsılmış sayılır ve eşlerden birinin istemi üzerine boşanmaya karar verilir.” Önceden belirlenmesi mümkün olmayan bir olayın kanunun deyişi ile evlilik birliğini temelinden sarstığı ve bu sebeple eşlerden artık ortak hayata devam etmeleri beklenilemediği durumlarda boşanmanın genel sebebi gündeme gelir. TMK Md. 166’da üç tür genel boşanma sebebinin düzenlendiği görülür. Bunlardan ilki Md. 166/1, 2’de düzenlenen dar anlamda evlilik birliğinin temelinden sarsılması iken diğerleri Md. 166/3’te eşlerin birlikte dava açmaları ya da birinin açtığı davayı diğerinin kabul etmesi ile Md. 166/4’te açılmış olan bir boşanma davasının reddinden sonra eşlerin kanunda öngörülen süreyi ortak hayatı yeniden kurmadan geçirmeleri yani evlilik birliğinin fiilen kurulamamasıdır. Evlilik Birliğinin Temelinden Sarsılmasının Unsurları 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu, özel boşanma sebeplerinin aksine belli bir olguya dayandırmadığı Md. 166/1 hükmünün uygulanabilmesi için iki koşulun gerçekleşmesini aramaktadır ki bunlar evlilik birliğinin temelinden sarsılması ve ortak hayatın çekilmez hale gelmesidir. Aslında burada “ortak hayatın çekilmez hale gelmesi” nin,“evlilik birliğinin temelden sarsılması”na eklenen bir şart değil, sarsılmanın “şiddet derecesi” olduğunu söylemek yerinde olacaktır. Çekilmezlik şartı hâkim tarafından takdir edilecek olduğundan bu genel boşanma sebebinin nispi nitelikte olduğu söylenebilir. Evlilik birliğinin temelinden sarsılması sebebiyle dava açan eşin kusursuz olması gerekmese de davacının ağır kusurunun davalı tarafından ileri sürülmesi davanın seyrini etkileyebilmekte, davacının davasının reddine sebep olabilmektedir. Yine tarafların kusurunun boşanma sonrasında talep edilebilecek tazminatlar bakımında da önemli olduğunu görmekteyiz. Evlilik birliğinin temelinden sarsılmış olması, eşler arasında çok ciddi ve şiddetli bir geçimsizlik ve anlaşmazlık bulunması demektir. Bu hallerin büyük çoğunluğunu geçimsizlik olarak ifade etmek mümkünse de, bazı olayların- kaza sonucu hala birbirlerini seven eşlerden birinin evliliğin gereklerini yerine getiremeyecek derecede yaralanması durumunda olduğu gibi- geçimsizliğe yol açmamalarına rağmen evlilik birliğini temelinden sarsabileceği söylenebilir, anlaşmazlıklar onlardaki devam ruh ve bilincini söndürecektir. Yani burada Kanunkoyucu eşler arasındaki geçimsizlik ve anlaşmazlığın evlilik birliğini temelinden sarsacak derecede olmasını aramış ve bu durumun takdirini hâkime bırakmıştır. Ancak tabiî ki hâkim davacının ortak hayatın kendisi için çekilmez hale geldiğine ilişkin beyanıyla da bağlı olmayacaktır. Oluşan sarsılmanın evlilik birliğinin devamını eşlerden beklenemeyecek derecede etkileyip etkilemediğinin belirlenmesinde kıstas, eşler bakımından evliliğin devamı halinde ortaya çıkacak menfaat ile evliliğin son bulması halinde ortaya çıkabilecek menfaatin karşılaştırılmasıdır. Temelinden sarsılarak eşler bakımından çekilmez hale gelmiş birlikteliklerin devamı, eşler bakımından olduğu kadar toplum bakımından da büyük bir tehlike olarak ortaya çıkmaktadır. Yargıtay bir kararında tarafların boşanma davası açıldıktan sonra da aynı evde birlikte yaşamaya devam etmelerini, birlikte tatile gitmelerini ve aynı yatakta birlikte yatmalarını evlilik birliğini temelinden sarsar nitelikte bulmayarak, yetersiz gerekçe ile boşanmaya karar verilmesini doğru bulmamıştır. Kararda bu olguların varlığı, evlilik birliğinin temelinden sarsılmadığının, ortak hayatın sürdürülebilir olduğunun göstergesi olarak kabul edilmiştir(Y 2 HD 11.04.2006, E. 1.7864/K. 5230,- KAZANCI BİLİŞİM, İÇTİHAT BANKASI); Bir başka kararda Yargıtay, boşanma sebebi ispatlanmış olmasına rağmen, davalı kadının karşılık olarak açtığı ve diğer dava ile birleştirilen ayrılık davası gereğince ayrılık kararı vermiştir. Burada hâkim ileri sürülen olguları önce objektif olarak inceleyecektir. Bu olguları objektif olarak ortak hayatı sürdürmesi davacıdan beklenemeyecek derecede evlilik birliğini temelinden sarsacak nitelikte bulmazsa, bu sefer davacı için bir özelliğinin bulunup bulunmadığını, dosyada mevcut delillerden bulmaya çalışacak, olaya davacı yönünden sübjektif bir bakış açısıyla bakacaktır. Ancak “evlilik birliğinin sarsılmış olması” olgusu ile “ortak hayatın çekilmez oluşu” olgusunu ayırmak kolay değildir. Zira, “temelinden sarsılma şartı” ile “evliliğin sürdürülmesinin beklenilemezliği” şartı birbiriyle karşılıklı bağımlılık ilişkisi içindedirler. Evlilik birliğinin ne ölçüde sarsıldığını anlayabilmek için bu evlilikte ortak hayatı sürdürmenin davacıdan beklenip beklenemeyeceğine bakmak gerekirken; davacı eşten ortak hayatı sürdürmesinin beklenebilip beklenemeyeceğinin anlayabilmek için de evlilik birliğinin ne ölçüde sarsılmış olduğuna bakmak gerekecektir. “evlilik birliği” bir eve benzetilmiştir. Buna göre; mutlak boşanma sebepleri bu ev için bir kıyamettir ve kıyamette her şeyin yerle bir olacağı göz önüne alındığında herkesin evi yıkılacaktır. Nispi boşanma sebepleri ise depreme benzer ve depremin her evi yıkıp yıkamayacağını depremin şiddetinin yanı sıra evin dayanıklılığı belirler. “Evlilik birliğinin temelinden sarsılması” koşulu depremin şiddeti; “Çekilmezlik” koşulu ise evin dayanıklılığıdır. Bu yüzden iki şiddetinde bir deprem bile dayanıksız bir evin çökmesine yeterli iken; sekiz şiddetinde bir depremin de yıkamadığı evler olabilir. (”…Türk Medeni Kanunu'nun 166/1-2. maddesi uyarınca; boşanma karan verilebilmesi için evlilik birliğinin, ortak hayatı sürdürmeleri eşlerden beklenmeyecek derecede temelinden sarsıldığının sabit olması gerekir. Oysa dinlenen davacı tanıklarının sözlerinin bir kısmı Türk Medeni Kanunu'nun 166/1. maddesinde yer alan temelinden sarsılma durumunu kabule elverişli olmayan beyanlar olup, bir kısmı ise, sebep ve saiki açıklanmayan ve inandırıcı olmaktan uzak izahlardan ibarettir. Bu itibarla davanın reddi gerekirken delillerin takdirinde hataya düşürülerek yetersiz gerekçe ile boşanmaya karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır…”(Y 2 HD, 6.4.2010, E. 2009/4946, K. 2010/6706- KAZANCI BİLİŞİM, İÇTİHAT BANKASI). İşte Yargıtay uygulamasındaki takdir farklılıkları da gerek depremin ölçüsü ve gerekse hiçbir evin özelliklerinin diğer evin özelliklerinin tıpkısı olmamasından kaynaklanır.
Ortak Hayatın Çekilmez Hale Gelmesi : Ortak hayatın çekilmez hale gelip gelmediğinin tespiti, “katlanma kabiliyeti” noktasında, kişiden kişiye değişkenlik göstereceğinden bu kavramın sübjektif bir nitelik taşıdığı, evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına ilişkin kavramla ayrılmasının zorluğu, belirlenmesi sırasında Kanunkoyucu hakime geniş bir takdir yetkisi vermiştir . Evlilik birliğinin sarsılması nedeni ile boşanma davası açmak her ne kadar belli bir süreye bağlı tutulmamışsa da, evlilik birliğini çekilmez hale getirdiği iddia edilen olayların, uzun yıllar öncesinde kalmış olması durumunda birlikteliğin dava tarihine kadar sürdürülmüş olması, davacı eşin açtığı davadan feragat etmesi, davacı eşin diğer eşi ihtarla eve davet etmesi… gibi durumlar önceki olayların davacı eş tarafından affedilmiş yahut hoş görü ile karşılanmış olduğunu ve bundan sonra da evlilik birliğinin devamına olanak bulunduğunu gösterir.Geçimsizliği doğuran olaylar genellikle yaşanmakta veya yaşanmış olaylar olmalıdır ki, boşanma davasının sebebini teşkil edebilsin. Üzerinden uzunca bir süre geçtikten tarafların barışarak ortak hayatlarına yeniden bir düzen vermelerinden sonra bu eski olayları sebep olarak göstermeleri kabul görmez.
Feragat, kesin hükmün sonuçlarını doğurur (6100 sayılı HMK m.113). Davacı feragat tarihinden önceki olayları affetmiş sayıldığından bu sebeplere dayalı olarak ortak hayatın çekilmez hale gelmesi nedeniyle boşanma davası açamaz. Davacının eşini eve davet etmesi, ihtardan önceki dönemde meydana gelmiş olayların hoşgörü ile karşılandığının göstergesi olup, bu durum evlilik birliğinin ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenemeyecek derecede temelinden sarsılmadığının göstergesidir. Çünkü birlikte yaşam arzusunu ifade eden ihtar, geçimsizliğin çekilmez hal almadığını ve ortak yaşamın devam edebileceği ümidinin varlığını gösterir. Ortak yaşamın çekilebilirliğini gösteren olaylardan bir diğeri de, evlilik birliğini sarsan olaylara rağmen eşlerin birlikte yaşamalarıdır. Birlikte yaşama eşler açısından evlilik birliğinin devamının istenmekte olduğunu gösterir. Eşlerin aynı evde oturmayı sürdürmesi kural olarak, evlilik birliğinin sarsılması sebebi ile boşanma davasının reddini gerektirir. (Davacı kadın açmış olduğu ilk boşanma davasından 14.05.2003 tarihinde feragat etmiştir. Feragat tarihinden bu davanın açıldığı 30.06.2003 tarihine kadar davalı kocadan kaynaklanan bu boşanmayı gerektirir maddi bir hadisenin varlığı kanıtlanmamıştır. Davacının davasının reddi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır”(Y.2.HD. 14.05.2007, 7481/7852(Gençcan, s. 509, dn. 1793)); Benzer biçimde Y 2 HD uygulamasında mahkeme aracılığıyla çekilen ihtar yanında noter aracılığıyla çekilen ihtar da hoşgörü ile karşılama sayılan davranışlardan kabul edilmektedir ,Yargıtayın Boşanma davasından sonra da tarafların aynı evde birlikte yaşamaya devam etmelerinin evlilik birliğinin temelinden sarsılmadığını, ortak yaşamanın af niteliğinde bir davranış olmadığı gerekçesi ile tarafların boşanmasına hükmettiği kararları da vardır. Her eş kendi yeteneği üzerinde yanılabilir. Bu nedenle affa rağmen söz konusu nedenler evlilik birliğini çekilmez hale getirebilir. Çok ağır şartlara senelerce tahammül eden eş, bazen küçük bir olaya tahammül edemeyebilir. Boşanma davasının açılması ile birlikte tarafların birlikte oturdukları konut ortak konut olmaktan, diğer bir anlatımla aile konutu olmaktan çıkmamaktadır. Taraflar boşanma davasına karşın bu konutu birlikte kullanmaya devam edebilirler. Aile konutunun boşanma davasının varlığına rağmen birlikte kullanılması davacının boşanmaya neden olan ve evlilik birliğini temelinden sarsan olaylara onay verdiği ve evlilik birliğini devam ettirmek niyetinde olduğunun kanıtı değildir. Bu düşünce kabul edildiği taktirde "her boşanma davasının açılmasından sonra eşlerden birinin davadan önceki olaylara dayanabilmesi için ortak konutu terk etmesi gerektiği gibi bir sonuç çıkar ki" bu yasanın temel ilkesine aykırıdır. Boşanma davasının açılması ile birlikte taraflardan birisi aile konutunu terk etme hakkına kavuşur, ancak bu muhakkak terk etmesi gerektiği biçiminde anlaşılmamalıdır, aksine isterse terk edebilir biçiminde yorumlanmalıdır. Özel Dairenin genel uygulaması da bu yoldadır…” Diğer yandan nasıl ki evlenmeden önce yaşanan olaylar, evlenmeden sonra devam etmemek veya diğer eş tarafından bilinmemek kaydıyla, evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına dayalı bir boşanma davasına esas alınamazsa; davanın açılmasından sonra ortaya çıkan olaylar da hükme esas alınamayacaktır. Bu durum her davanın, açıldığı zamandaki koşullara göre değerlendirilmesi gerekeceği yönündeki genel ilkenin bir sonucudur. Ancak bu ilkenin aksi yönünde kararlar da mevcuttur : (”…Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere ve özellikle HGK’nin 06.12.2006 gün2006/2-777E., 2006/778 K. sayılı kararında da benimsendiği üzere boşanma davası açıldıktan sonra gerçekleşen bir kısım olaylar somut olayın özelliğine göre dava sonucunu etkileyebileceğine, 4721 sayılı TMK ‘nin 185/3 maddesinde düzenlenen sadakat yükümlülüğünün de evlilik birliği süresince devam etmesi gerektiğine, boşanma kararı verilip kesinleşinceye kadar evlilik birliği devam edeceğine ve henüz karar da verilmemiş bulunduğuna göre, HGK tarafından da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır...”. Y 2 HD de 8.4.2009 tarih 979/6692 sayılı kararında, karardan sonra temyiz aşamasında gerçekleşen bir olguyu boşanma sebebi kabul etmiş ve kararı bozmuştur. Ancak , davalarının açıldığı tarihteki hukuki ve maddi vakıalara göre çözüleceğine ilişkin vazgeçilmez usul ilkesi ile bağdaşmamaktadır. TMK Md. 166/1 hükmüne dayanılarak açılan evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedeniyle boşanma davasında ispat yükü davacı üzerindedir. Her ne kadar TMK 184 hükmü gereğince aile mahkemesi hâkimi boşanma davasının dayandığı olguların varlığına vicdanen kanaat getirmedikçe, bunları ispatlanmış saymayacak ve tarafların bu konudaki ikrarları ile bağlı olmayacaksa da taraflar eğer bir delil göstermeyeceklerini bildirmişlerse, hâkimin ispatlanamayan davanın reddine karar vermesi gerekir. Hükme esas alınacak tanık anlatımları, görgüye dayalı olarak ortaya çıkmalıdır. Tanıkların üçüncü kişilerden ya da davacıdan ve davalıdan duydukları ifadelere değer verilemez . Tanıkların taraflardan biriyle olan akrabalık ilişkisinin, tek başına tanık anlatımlarının hükme esas alınmasını engellemeyeceği, aksine ciddi ve inandırıcı delil ve olaylar yoksa tanıkların gerçeği söylemiş olduğuna ilişkin genel kuralın uygulanacağı söylenebilir. Günümüz yargılama hukukunun önemli konularından olan “hukuka aykırı delil” hususunda bugün için Dünyanın benimsediği ilke çerçevesinde; hukuka aykırı olarak elde edilmiş olan delillerin mahkeme tarafından bir vakıanın ispatında dikkate alınamayacağı kanun hükmü (HMK Md.189/2) haline getirilmiştir.HMK değişikliği ile getirilen hükme rağmen Yargıtay, evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına ilişkin olarak açılan boşanma davasında, eşlerin tek tek özel yaşamlarının değil bütün olarak aile yaşamının gizliliği ve dokunulmazlığının önem ve öncelik taşıdığı, bu bakımdan evliliğin yasal yükümlülükler alanının diğer eş için dokunulmaz olmadığı düşüncesiyle davacı-davalı koca tarafından mahkemeye delil olarak sunulan, ses kayıtlarına ilişkin CD’nin, davalının “özel hayatının gizliliği” ihlal edilmek suretiyle hukuka aykırı yolla elde edildiğine, bu nedenle delil olarak kullanılamayacağına ilişkin itirazı yerinde bulmamıştır. Böylece eşinin sadakatinden kuşkulanan davacı-davalının, birlikte yaşadıkları her ikisinin de ortak mekanı olan konutta, eşinin bilgisi dışında ses kayıt cihazı yerleştirerek, eşinin aleni olmayan konuşmalarını kaydetmesinde, bu suretle sadakat yükümlülüğü ile bağdaşmayan davranışlarını tespit etmesinde özel hayatın gizliliğini ihlal yönünden herhangi bir sakınca görmemiştir. Benzer olarak Y HGK de 25.9.2002, 2002/2-617E. -2002/648 K. sayılı kararı da; gizli şekilde ele geçirilen tüm delillerin hukuka aykırı delil olarak değerlendirilmemesi yönündedir. Y 2. HD de zaten kişilerin özel yaşamını ilgilendiren bir dava olan boşanma davasında, koca eşi ile birlikte yaşadıkları mekanda ele geçirdiği eşine ait fotoğrafları, not defterini veya mektupları mahkemeye delil olarak verirse, bu delillerin hukuka aykırı yollardan elde edilmemiş olduklarından mahkemede delil olarak değerlendirilmesi gerektiği görüşündedir.(KAZANCI BİLİŞİM, İÇTİHAT BANKASI). Y 2. HD, 24.06.1980, E. 1980/4967, K. 1980/5316: “
Evlilik Birliğinin Temelinden Sarsılmasında Kusurun Rolü :3444 sayılı Kanunla yapılan değişiklik ile hüküm “davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır” şeklinde değiştirilmiş ve bu değişiklik, 4721 Türk Medeni Kanunumuzca 166/II. maddede aynen korunmuştur. O halde, daha ziyade kusurlu eşe de dava açabilme imkânı tanındığı söylenebilir. Burada dava açabilme hakkı eşlerden birinin kusursuz olma şartına bağlı tutulmamıştır. Mevcut durumda, evlilik birliğinin eşler arasında ortak hayatı çekilmez hale getirecek şekilde temelinden sarsılmış olduğu durumlarda, dava açmak için bu durumun mutlaka eşlerden birinin kusurundan ileri gelmiş olması gerekmediği, yani her iki eş de kusursuz olabildiği gibi, davacı eşin de kusursuz olması şart değildir. Evlilik birliğinin temelinden sarsılması sebebiyle boşanma davasında eşlerin kusur durumlarına göre şu ihtimaller ortaya çıkabilir. Eşler boşanmaya sebebiyet veren olaylarda eşit derecede kusurlu olabilecekleri gibi; eşlerden biri diğer eşe oranla az kusurlu ya da ağır kusurlu olabilir. Yine eşlerden birinin tam kusurlu olması durumunda ise diğer eş kusursuz kabul edilecektir. Bu belirlemenin yapılması, boşanmanın fer’i hükümlerinin uygulanması bakımından önem taşıyacaktır. Yoksa evlilik birliğinin temelinden sarsılmasının kusura dayanmayan bir boşanma sebebi olduğu kabul edildiğinden, hâkim boşanma hükmü kurarken bir kusur araştırmasına girmeyecektir. Ancak Yargıtay’ın boşanmaya karar verilebilmesini, davalının az da olsa kusurunun bulunmasına bağlı tutan kararları karşısında TMK Md. 166/1, 2’ye 240 4721 sayılı TMK’nin maddi-manevi tazminat ile yoksulluk nafakasına ilişkin hükümlerinde Kanunkoyucunun eşlerin kusur durumlarına değişik sonuçlar bağlamış olduğu görülür. Md. 174’e göre: ”Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddî tazminat isteyebilir. Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevî tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir.” Md. 175’e göre: “Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan malî gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz.Ne var ki,TMK 'da yapılan bu değişikliği tamamen kusurlu eşin de dava açabileceği ve yararına boşanma hükmü elde edebileceği biçiminde yorumlamamak ve değerlendirmemek gerekmektedir. Çünkü böyle bir düşünce, kimsenin kendi eylemine ve tamamen kendi kusuruna dayanarak bir hak elde edemeyeceği yönündeki temel hukuk ilkesine aykırı düşer. Medeni Kanunun 134. maddesine göre boşanmayı isteyebilmek için tamamen kusursuz ya da az kusurlu olmaya gerek olmayıp daha fazla kusurlu bulunan tarafın dahi dava hakkı bulunmakla beraber, boşanmaya karar verilebilmesi için davalının az da olsa kusurunun varlığı ve bunun belirlenmesi kaçınılmazdır. Yargıtay’ın davacının tam kusurlu olduğu ve evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedenine dayanarak açtığı boşanma davasının reddinin gerekeceğini düşündüğü görülmektedir. Bu bağlamda, eşler eşit kusurlu ise, eşlerden hiçbirisi maddi ya da manevi tazminat talep edemeyecek, ancak şartları varsa yoksulluğa düşen eş adına nafakaya hükmedilecektir. Diğer yandan, kusurun tamamı davacı eşte ise ve bu durum davalı tarafından ileri sürülmüşse, kimse kusurundan dolayı menfaat elde edemez ilkesi gereğince açılan dava reddedilecektir.
3. Davalı Tarafın Hakkını Kötüye Kullanması Evlilik birliğinin temelinden sarsılmasında davacının davalıdan daha fazla kusurlu olduğu itiraz yoluyla ispat edilirse davanın reddedilmesi gerekir. Bu sonuç, bir kimsenin kendi kusuruna dayanarak hak kazanamaması ilkesinden doğan bir sonuçtur.Ancak davalıya tanınan bu hakkın yaptırımı da aynı maddede düzenlenmiştir. TMK Md. 166/2-son cümle, “Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir.” şeklindedir. Bu hükme göre hâkim, davacı daha kusurlu olsa bile, şu ya da bu sebeple boşanmak istemeyen, sırf davayı uzatmak ya da karşı tarafı bıktırıp ondan çıkar sağlamak için def’i hakkını kullanan davalının, bu hakkını kötüye kullanıldığını görürse, boşanmaya karar verebilecektir.Davalının ileri sürdüğü itirazlar davayı uzatma amacını ya da karşı taraftan herhangi bir çıkar sağlama arzusunu taşıyorsa, hakkın kötüye kullanıldığının kabulü gerekir. Davalı bir yandan evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına dayanan olaylar nedeniyle davacının cezalandırılmasını istiyor, diğer yandan da boşanmayı istemiyorsa, davalının hakkını kötüye kullandığı söylenebilir. Yargıtay davalı kocanın, eşinin sadakatsizliğini bildiği halde evlilik birliğinin devamını istemesini, davalının bir yandan sadakatsizlik nedeniyle davacı eşinin cezalandırılmasını isterken, diğer yandan davaya karşı çıkmasını , on yıldır aynı evi paylaştığı kocasıyla konuşmayan davalı eşin davaya karşı çıkmasını, hakaret ederek kendisine dayak atan kocası hakkında ceza davası açan eşin hakaret eden eş tarafından açılan davaya itiraz etmesini, yurt dışında açmış olduğu davayla eşinden boşanıp da Türkiye’de diğer eşin açmış olduğu davaya karşı çıkmasını hakkın kötüye kullanılmasına sebep olacak nitelikte değerlendirmiştir. Öte taraftan davalının ileri sürdüğü olaylar hakkın kötüye kullanılmasına sebebiyet veriyorsa, evlilik birliğinin devamında, davalı veya çocuklar bakımından korunmaya değer bir yararın kalmamış olması aranmaz.
II. EVLİLİK BİRLİĞİNİN SARSILMASINA YOL AÇAN OLAYLAR Evlilik birliğinin temelinden sarsılabilmesi için, birliğin temelinden sarsılması ve bu sarsıntının birliğin devamını sürdürmeleri beklenemeyecek derecede onları olumsuz etkilemesi gerekir. Her türlü geçimsizlik, evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına sebep olabilecek nitelikte değildir. Maddenin ifade biçiminden de anlaşılacağı üzere, meydana gelen geçimsizliğin şiddetli olarak ortaya çıkması gerekir. Kanun koyucu şiddetin ölçütünü, evlilik birliğinin devamının eşlerden beklenemeyecek derecede oluşması şeklinde belirlemiştir. Evlilik birliğinin temelinden sarsılması sebebiyle boşanma davasında, evlilik birliğinin devamını imkansız kılan davranışlar ise bugüne kadar olan uygulama ile Yargıtay 2. Hukuk Dairesi tarafından içtihatlarla belirlenmiştir. Burada evlilik birliğini sarsan fiziksel şiddet, sadece eşlerin birbirlerine karşı uyguladıkları şiddet değil aynı zamanda eşlerin anne, baba, kardeş gibi akrabalardan gördükleri ya da onlara uyguladıkları şiddet olabilir. Yani şiddet eşin akrabalarından diğer eşe yönelebileceği gibi, eşten de diğer eşin akrabalarına yönelik olabilir. Zira, bu durumda da Türk örf ve adet kurallarıyla, toplum yapısına göre eşler arasındaki sevgi ve saygı bağları önemli ölçüde zedelenmiş sayılır. 297 Y 2 HD, 14.7.2009, 11799/14055: “…davalı kocanın birlik görevlerini yerine getirmediği, sürekli alkol aldığı ve evin eşyalarını sattığı anlaşılmaktadır. Bu halde taraflar arasında müşterek hayatı temelinden sarsacak ve birliğin devamına imkân vermeyecek şekilde bir geçimsizlik mevcut ve sabittir…”(Gençcan, s.447, dn. 1534). 298 Y 2 HD, 25.03.2002, 3603/4255: “… davalının davacıya hakaret ettiği, saçından tutup merdivenden aşağıya ittiği anlaşılmaktadır. Bu halde taraflar arasında müşterek hayatı temelinden sarsacak ve birliğin devamına imkân vermeyecek şekilde bir geçimsizlik mevcut ve sabittir…”(Gençcan, s.431, dn. 1466). 299 Y HGK, 24.05.1989, 2-300/389: “…toplanan delillerden davacı kocanın başka kadınla ilişkisi olduğu, evine bakmadığı, davalı kadında değişik yer ve zamanda kocasına puşt, pezevenk vs. diye hakaret ettiği, bir münakaşa sırasında kocasına kızıp üzerine bıçakla yürüdüğü, yüzünü tırmaladığı anlaşılmıştır. Bu durumda taraflardan birinin kusurunu diğerine üstün tutmak mümkün değildir…”(KAZANCI BİLİŞİM, İÇTİHAT BANKASI). 300 Y 2 HD, 4.10.2004, 9940/ 11041: “…davalının davacının elini ısırdığı, zehirlemekle tehdit ettiği anlaşılmaktadır. Bu halde taraflar arasında müşterek hayatı temelinden sarsacak ve birliğin devamına imkân vermeyecek şekilde bir geçimsizlik mevcut ve sabittir…”(Gençcan, s. 431, dn. 1465). 301 Y 2 HD, 22.10.2007, 14795/14107: “…davalı kocanın karısını dövdüğü, onu eve kilitlediği, davacı kadının da kocasını bıçakladığı, birisinin kusurunun diğerine üstün tutulmasının mümkün olmadığı anlaşılmaktadır…”(Gençcan, s. 428, dn. 1451). 302 Y 2 HD, 15.9.2009, 13263/15649: “…evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına neden olan olaylarda evlilik birliğinin gerektirdiği yükümlülükleri ihmal eden eşine bardak fırlatıp “karafatma, Allah belanı versin, çık git” diyerek hakaret eden davalı-davacı kadının da kusurlu olduğu ve TMK 166/1 madde koşullarının oluştuğu anlaşılmaktadır…”(Gençcan, s. 430, dn. 1457). 303 Y 2 HD, 18.4.2002, 2709/5444: “…davalının dövmek için eşinin üzerine yürüdüğü ve evden kovduğu anlaşılmaktadır. Bu halde taraflar arasında müşterek hayatı temelinden sarsacak ve birliğin devamına imkân vermeyecek şekilde bir geçimsizlik mevcut ve sabittir…”(Gençcan, s. 419, dn. 1415). 304 Y 2 HD, 19.1.2010, 18281/831: “…evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına neden olan olaylarda eşine şiddet uygulayan ve üzerine kaynar su döken davacı-davalı koca yanında, evin temizliğiyle ilgilenmeyen kocasını sevmediğini, istemediğini söyleyen davalı-davacı kadın da kusurludur…”(Gençcan, s. 429, dn. 1453). 78 “…Davacı ve davalı aynı okulda öğretmendir. Eşinin özel otomobiline almayıp, onun dolmuşla okula gitmesine neden olan, okul bahçesinde kayın pederine şiddet uygulayan davalı koca ağır kusurludur. Davacı kadının davasının kabulü gerekirken reddi isabetsizdir…”305 “…Davacı-davalı kocanın ve kayınpederin davalı-davacı kadını sürekli dövdüğü, davalı- davacı kadının, davacı- davalı kocasına hakaret ettiği, eşyalarını balkondan attığı, birisinin kusurunun diğerinin kusuruna üstün tutulamayacağı anlaşılmaktadır.306 Öte taraftan, aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireylerinin örneğin kayınvalide veya kayınpederin uyguladığı şiddete eşin göz yumması veya bu duruma engel olmaması da fiziksel şiddet olarak adlandırılmaktadır. “…Davalının bağımsız ev temin etmediği anne ve babasının davacıya kötü davranışlarına ve onu dövmesine ses çıkartmadığı anlaşılmaktadır. Bu halde taraflar arasında müşterek hayatı temelinden sarsacak ve birliğin devamına imkân vermeyecek şekilde bir geçimsizlik mevcut ve sabittir…”307 Eşler TMK Md. 336 hükmüne göre evlilik devam ettiği sürece ana ve baba ortak çocuklara ilişkin velâyeti birlikte kullanacak, çocuklarını koruyup gözetecektir. TMK Md. 338 hükmüne göre ise eşler ergin olmayan üvey çocuklarına da özen ve ilgi göstermekle yükümlü olacak, kendi çocuğu üzerinde velâyeti kullanan diğer eşe uygun bir şekilde yardımcı olacaklardır. İşte bu yükümlülüklere aykırı olarak müşterek olsun olmasın aile içerisindeki çocuklara uygulanan şiddet de, geçimsizliğe sebebiyet verebilir. “…Davalının eşine ağır hakaretlerde bulunduğu, davacının da çocuklarını aşırı şekilde dövdüğü anlaşılmaktadır. Bu halde taraflar arasında ortak hayatı temelinden 305 Y 2 HD, 19.6.2006, 2875/9667(Gençcan, s. 422, dn. 1426). 306 Y 2 HD, 3.12.2007, 2639/16782(KAZANCI BİLİŞİM, İÇTİHAT BANKASI). 307 Y HGK, 18.2.1998, 1997/2-880 E., 1998/121 K. (KAZANCI BİLİŞİM, İÇTİHAT BANKASI). 79 sarsacak derecede ve birliğin devamına imkân vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir…”308 “…Toplanan delillerden eşinin önceki evliliğinden olan ergin olmayan çocuklarına sürekli şiddet uygulayan davalı kadın da evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına neden olan olaylarda eşit kusurludur…309 Eşler tarafından ortaya konulan davranış ve sözlerin boşanma sebebi teşkil etmesi için ceza hukuku anlamında mahkûmiyet hükmüyle sonuçlanması şart değildir. Eşlerden birinin beraatla sonuçlanan haksız eyleminin, evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına konu olabilecek nitelikte olup olmadığını belirlemede, mülga 818 sayılı Borçlar Kanunun 53. maddesine benzer düzenleme getiren 1.7.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 74. maddesinin göz önünde bulundurulması gerekir. TBK Md. 74 hükmüne göre: “Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz.” Buna göre, hukuk hâkimi ceza hâkiminin suçun işlendiğinin sabit olmamasına ilişkin beraat kararıyla bağlı değildir. Buna karşın mahkûmiyet hükmüyle ve suçun işlenmediğinin sabit olduğuna ilişkin beraat kararıyla ise bağlıdır.310 Yargıtay 2. HD., 15.5.2003, E. 2003/6547, K. 2003/7222 sayılı bir kararında311, ”…davacı, hayata kast pek kötü veya onur kırıcı davranış yanında evlilik 308 Y 2 HD, 24.3.2005, 2728/4752(Gençcan, s. 421, dn. 1418). 309 Y 2 HD, 22.9.2008, 12388/12267(Gençcan, s. 422, dn. 1423). 310 Y 11 HD, 2009/8459 E., 2011/1487 K.:”..BK'nun 53.maddesine ve yerleşik Yargıtay uygulamasına göre, hukuk hakimi gerek ceza hakiminin belirlediği kusur oranı ve gerekse de delil yetersizliğine dayalı beraat kararı ile bağlı değil ise de; sanığın isnat edilen eylemi işlemediğinin kesin olarak tespiti olgusuna dayalı beraat kararı ile ve iddia olunan eylemin hukuka aykırılığını ve failini belirleyen mahkumiyet kararının bu yönleri ile bağlıdır…”(http://www.turkhukuksitesi.com/serh.php?did=11320(erişim tarihi: 7.4.2012)). 311 UYAR, Talih/UYAR, Alper/UYAR, Cüneyt Gerekçeli İçtihatlı Türk Medeni Kanunu, Ankara 2006, s. 1040; Y 10 HD, 1.2.2005, 2004/13237 E., 2005/530 K.: ”…ne var ki, ceza mahkemesi kendine has usulü olanakları nedeniyle hükme esas aldığı maddi olayların varlığını saptamada daha geniş yetkilere sahiptir. Bu nedenle ceza mahkemesinde saptanacak maddi olayın yargısal 80 birliğinin sarsıldığını da ileri sürerek boşanmaya karar verilmesini istemiştir. Birden çok hukuki sebebe dayanılmıştır. Toplanan delillerden davalının eşini dövdüğü anlaşılmaktadır. Ceza hâkiminin delil kifayetsizliği nedeniyle vermiş olduğu beraat kararı da hukuk hâkimini bağlamaz. Evlilik birliği temelinden sarsılmıştır. Gerçekleşen bu durum karşısında boşanmaya karar verilmesi gerekir” demek suretiyle bu yöne açıkça değinmiştir. Diğer yandan şikâyete tabi bir eylem nedeniyle soruşturma ya da kovuşturma aşaması başladıktan sonra, şikâyetten vazgeçme nedeniyle, açılan davanın şikâyet yokluğu nedeniyle düşmesi ya da soruşturmanın takipsizlikle sonuçlanması durumunda, şikâyetten vazgeçmeye konu olaylara dayalı olarak boşanma davası açmak mümkündür. Zira şikâyetten vazgeçme, vazgeçmeye konu haksız eylemin evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına esas alınmasına engel değildir. 312 C. Manevi Birlik Açısından Temelinden Sarsan Olaylar 1. Cinsel Şiddet TMK Md. 185 hükmünde yer alan eşlerin sadakat yükümlülüğü cinsel sadakati de içermektedir. Bu sebeple cinsel şiddet içeren davranışlar eşlerin sadakat yükümüne aykırı bir davranış olmakla aynı zamanda bir boşanma sebebi oluşturur.313 bir kararla saptanmış olması gerçeğini, hukuk hâkimini de bağlaması gerekir. Bu hal yargıya karşı güvenin korunmasının gereğidir. Şu halde hukuk hâkimi, ceza mahkemesince saptanan maddi olaylarla bağlı olup, orada belirlenen kusur oranlarıyla bağlı değildir…” (Kaçak, Nazif: Açıklamalı ve İçtihatlı Evlilik Birliğinin Temelinden Sarsılması Nedeniyle Boşanma Davaları, Ankara 2007, s. 119–120). 312 Y 2 HD, 2.7.2002, 2002/6925 E., 2002/8828 K.:“…davacının ceza ile ilgili şikâyetinden vazgeçmesi, boşanmayı gerektiren olayları tümü ile hoş gördüğünü ve boşanma isteme hakkından da vazgeçtiğini göstermez…” (Uyar/Uyar/Uyar, s. 104); Y 2 HD, 24.2.2005, 2005/719 E., 2005/2799 K.: ”…kocanın karısını dövdüğü sabittir. Kadının şahsi davasından vazgeçmesi, eşini cezadan kurtarmaya matuf olup, boşanma davası yönünden eşini affettiği anlamına gelmez. Gerçekleşen bu durum karşısında, kadının birleştirilen boşanma davasının da kabulü gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir”(KAZANCI İÇTİHAT VE BİLGİ BANKASI). Gümüş, s. 12. 81 Cinsel şiddet, cinselliğin bir tehdit, sindirme ve kontrol etme aracı olarak kullanılmasıdır.Eşi istemediği yerde, istemediği zamanda ve istemediği biçimlerde ilişkiye zorlamak, başkalarıyla cinsel ilişkiye zorlamak, cinsel organlara zarar vermek, çocuk doğurmaya ya da doğurmamaya, kürtaja ve fuhuşa zorlamak gibi eylemler cinsel şiddete örnek gösterilebilir. Uygulamada, eşlerin cinsel ilişkiyi gerçekleştirememeleri cinsel şiddet içerikli davranış olarak kabul edildiğinden bu durum evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına neden olur. Zira cinsel ilişkiyi gerçekleştiremeyen veya gerçekleştirmeyen eşin bu durumu diğer eşin kişilik haklarına saldırı oluşturur. Ancak cinsel ilişkinin gerçekleştirilememesinin boşanma sebebi teşkil etmesi için öncelikli olarak ilişki kurulamadığı hususunun tanık anlatımlarıyla yetinilmeyerek, çekişmeye yer bırakmayacak şekilde gerekirse doktor raporuyla belirlenmesi, gelecek rapor doğrultusunda da cinsel ilişki kuramama sebebinin, bu durumun bir hastalıktan ya da keyfiyetten meydana gelip gelmediği hususunun netleştirilmesi gerekmektedir. Zira, alınan raporlarda tarafların cinsel beraberliğe engel teşkil edecek herhangi bir rahatsızlığı olmadığı söyleniyorsa, cinsel ilişki kurulamamasının davacının cinsel ilişkiden kaçınmasından kaynaklandığını davalı ispat yükü altına girecektir. Tersi durumda, cinsel ilişkinin kurulamaması eşlerden birine ait bir rahatsızlıktan kaynaklanıyorsa da, hasta olan eşin tedaviden kaçınıp kaçınmadığı hususu önem kazanacaktır.Öte taraftan, evlilik birliği kurulmasından itibaren eşlerin cinsel birliktelik geçirebilecek makul bir süre bir arada kalıp kalmadıkları hususu da önem arzetmektedir. Aynı açıklamalar eşlerin cinsel olarak birlikte olabilmelerine rağmen çocuk sahibi olamadıkları durumlar için de geçerlidir. Salt çocuk sahibi olamamak bir boşanma sebebi değilse de bu konuda eşlerin tüp bebek tedavisinden kaçınması bir boşanma sebebi olacaktır. “…Taraflar 5 gün bir arada kalmışlardır. Bu süre taraflar arasında cinsel uyumsuzluk bulunduğunu kabul için yeterli değildir. Yalnızca cinsel ilişkinin 5 gün içinde kurulamamış olması evlilik birliğinin temelinden sarsıldığını göstermez.” “…Ayrıca dosya kapsamından taraflar arasında cinsel birlikteliğin gerçekleşmemiş olduğu anlaşılmakla birlikte, hangi nedenle gerçekleşmediği anlaşılamamaktadır. O halde bu durumun da gerekirse tarafların hastaneye sevki ile uzman bilirkişiden rapor alınarak aydınlatılması gerekir…” “…Taraflar 28.3.2005 tarihinde evlenmişlerdir. Dava 2.3.2006 tarihinde açılmıştır. 31.1.2006 tarihli rapora göre davacı kadın bakiredir. Evlenmenin sosyal amacı yanında, cinsel arzuları tatmin gayesi de vardır. Tarafların cinsel organları normal yapıda olmasına rağmen, psikolojik sebeple de olsa uzun evlilik süresi içinde cinsel ilişki kuramadıkları kızlık muayenesine dair rapordan anlaşılmaktadır. Bu hal evlilik birliğini temelinden sarsar. Birlikte yaşanan uzun süre içinde cinsel ilişkinin başarılamamış olması karşısında eşlerde birbirine karşı haklı bir nefretin, en azından isteksizliğin doğacağı şüphesizdir. Böyle bir durumu davacı açısından kusur olarak kabul etmek mümkün değildir. Ne zaman gerçekleşeceği belli olmayan ve ondan sonra da devam edip etmeyeceği şüpheli bulunan cinsel yakınlaşmayı beklemek için davacıyı zorlamak açık bir haksızlıktır. Bu koşullar altında davacıdan evlilik birliğini devam ettirmesi beklenemez. Aile birliğinin temelinden sarsıldığı(TMK 166/1) kabul edilerek boşanmaya karar verilmesi gerekir.” “…Taraflar arasında evlilik tarihinden itibaren cinsel birlikteliğin kurulamadığı sabittir. Her ne kadar alınan raporlarda tarafların cinsel beraberliğe engel teşkil edecek ruhsal ve fiziksel bir rahatsızlıklarının bulunmadığı tespit edilmiş ise de; davalı koca tarafından davacının cinsel beraberlikten kaçtığına dair bir delil ortaya konulmadığına göre, cinsel birleşmeyi gerçekleştiremediği anlaşılan davalı koca boşanmaya yol açan olaylarda tamamen kusurludur.” “…Dava, TMK 166/1 maddesinde ifadesini bulan evlilik birliğinin temelinden sarsılması hukuksal sebebine dayanılarak açılmış, davacı maddi olay olarak eşinin “vaginismus” tabir edilen rahatsızlığı nedeniyle onunla cinsel ilişkiye giremediğini göstermiştir. Davalıda “vaginismus” rahatsızlığının mevcut olduğu taraflar arasında bu sebeple cinsel ilişkinin gerçekleşmediği, davalının halen bakire olduğu alınan raporla belirlenmiş ise de, bu rahatsızlığın tedavi edilebilir nitelikte olduğu sabittir. Davalının tedaviden kendi iradesiyle kaçındığına dair bir delil getirilememiştir. Davacı evlilik birliğini temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkan vermeyecek başkaca bir olgu ve delil göstermemiştir. O halde mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekirken yetersiz gerekçe ile boşanmaya karar verilmesi doğru olmamıştır.” Sebepsiz yere cinsel ilişkiden kaçınmak da, evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına sebep olur. “... Yapılan soruşturma, toplanan deliller, davacı karşılık davalı kocanın tanıklarının anlatımlarından; kocanın sebepsiz yere cinsel ilişkiden kaçındığı, çevreye istemediğini beyan ettiği ve evlilik birliğine ilişkin görevlerini yerine getirmediği anlaşılmaktadır. Bu halde taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkan vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir..” Y 2 HD, 2.7.2009, 10818/13095(Gençcan, s. 394, dn. 1320). 321 Y 2 HD, 23.7.2009, 12583/14812(Gençcan, s. 396, dn. 1325). 322 Y 2 HD, 3.5.1982, 1982/3422 E.,1984/3948K.:”…Cinsel ilişki birliğin devamının temel unsurlarından biri ise de, …Kadının yanaşmaması halinde dövülmesi için neden değildir…”; Y HGK, 15.2.1995, 1994/2-813 E. -1995/86: Davalının kocası ile cinsel ilişki kurmaktan kaçındığı, bu yüzden davacı kocanın da karısını dövdüğü gerçekleşmiştir. Davalı kadının cinsel ilişkiden kaçınması, kocaya karısını dövme ve kötü kullanma davranma hakkını vermez. Bu durumda tarafların eşit kusurlu olduğunun kabulü gerekir…”(KAZANCI BİLİŞİM, İÇTİHAT BANKASI). 323 Y 2 HD, 6.5.2008, 13408/6544(Gençcan, s. 401, dn. 1350); Bkz. Y 2 HD, 28.9.2009, 2008/12710E. 2009/16076(KAZANCI BİLİŞİM, İÇTİHAT BANKASI). Eşler arasında istenmeyen şekilde ve istek dışında cinsel ilişki kurulması, öte taraftan eşin yakınlarınca cinsel saldırıya maruz kalmak da cinsel şiddete yönelik davranışları olup, boşanma sebebi teşkil eder. “…Boşanmaya sebep olan olaylarda eşine fiziksel şiddet uygulayan, doğal olmayan yollardan cinsel ilişki gerçekleştiren koca tam kusurludur…”“…Yapılan soruşturma, toplanan delillerle davalı-davacı kadının evlilik öncesi cinsel ilişkilerini eşine anlatmasına karşın, davacı-davalı kocanın da davalı-davacı kadınla nikahtan sonra ancak düğünden önce zorla cinsel ilişkide bulunduğu, evlilik birliğinin sarsılmasına neden olan olaylarda birinin kusurunun diğerinden üstün tutulmasının mümkün bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bu halde taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkan vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir. Olayların akışı karşısında davalı-davacı kadın da dava açmakta haklıdır. Bu şartlar altında davalı-davacı kadının da davasının kabulü ile boşanmaya karar verilmelidir.” “…Tarafların davacı-karşılık davalı(kocanın)nın ailesiyle aynı evde birlikte oturdukları; davalı-karşılık davacının bu evde kayın babasının cinsel saldırısına maruz kaldığı, davacı-karşılık davalının ise bu duruma tepkisiz kaldığı gerçekleşmiştir. Bu halde taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede Eşler arasında rıza dışı olarak kurulan cinsel ilişkiye ya da eşin yakınlarınca uygulanan cinsel şiddetin cezai boyutu TCK’nin 102. maddesinde düzenlenmiştir ve birliğin devamına imkan vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir…” TMK 185/3 hükmüne göre eşler birbirlerine sadık olmak zorundadırlar. Sadakatsizliğin kabulü için, cinsel ilişkinin gerçekleşmesi gerekmez. Cinsel ilişkiye varmayan, evli eşin üçüncü kişiye yakınlaşması anlamını taşıyacak hareket ve davranışlar da sadakatsizlik oluşturabilir. Başkasıyla yaşamak. sadakatsizliğini açıklamak, eve başkasını almak gibi davranışlar, uygulamada karşılaşılan sadakat yükümlülüğünün ihlali niteliğinde cinsel şiddet içerikli olaylardandır. Yargıtay 2 HD, 14.1.2010, 2008/18052 E. -2010/572 K. sayılı kararıyla332, evlilik birliği süresince eşlerin birbirlerine sadakat yükümlülüğü devam etmekle olduğundan bir eşin sadakatsiz tutum ve davranışlarda bulunmasının diğerine de bu hakkı vermeyeceğini, bu durumda tarafların karşılıklı olarak sadakatsiz tutum içinde bulunduklarından eşit kusurlu olarak kabul edileceklerini ve bu nedenle her iki tarafın da maddi ve manevi tazminat taleplerinin reddedileceğini açıkça belirtmiştir.
Comentários