4721 sayılı Medeni Kanunun 166/II maddesine göre, “ Evlilik en az bir yıl sürmüş ise eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi halinde evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılır. Bu halde boşanma kararı verilebilmesi için hâkimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına kanaat getirmesi ve boşanmanın mali sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulması şarttır. Hâkim tarafların ve çocukların menfaatlerini göz önünde tutarak bu anlaşmada gerekli gördüğü değişiklikleri yapabilir. Bu değişikliklerin taraflarca da kabulü halinde boşanmaya hükmolunur. Bu halde tarafların ikrarlarının hâkimi bağlayacağı hükmü uygulanmaz.4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 166. maddesinin üçüncü fıkrasının "Bu halde tarafların ikrarlarının hakimi bağlamayacağı hükmü uygulanmaz." biçimindeki son cümlesi Anayasa Mahkemesi’nin 2005/26 E.- 2008/105 K.sayılı kararı ile Anayasa'ya aykırı bulunmamıştır ,yeni düzenleme ile belli şartların tahakkuku halinde, daha ziyade kusurlu olan eşe de boşanma davası açma hakkı tanınmış ve kendi aralarında anlaşarak karar vermiş olmaları durumunda evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılmıştır. Burada genel ve mutlak bir boşanma sebebi vardır. Kanunkoyucunun bu boşanma sebebini ayrı bir başlık altında düzenlemeyerek, “evlilik birliğinin temelinden sarsılması” başlıklı madde altında düzenlenmesinden de anlaşılacağı üzere, burada en az bir yıl devam etmiş bir evlilikte eşlerin birlikte başvurması ya da eşlerden birinin açtığı davanın diğer eşçe kabulü evlilik birliğinin temelinden sarsılmış olduğuna kesin karine sayılmıştır. Burada kanunkoyucu tarafların irade ilkesine göre boşanma yönündeki iradelerini belirli koşulların gerçekleşmiş olması durumunda evlilik birliğinin sarsılması ilkesi ile destekliyorum demektedir. Ancak bu desteği belli şartları sağlayan evliliklere vermiştir. Evliliğin en az bir yıl sürmüş olması koşuluyla, eşlerin birlikte başvurmaları halinde evlilik birliği temelinden sarsılmış sayıldığından hâkimin evlilik birliğinin temelinden sarsılmış olup olmadığı, eşlerin kusurlu olup olmadıkları ya da boşanmanın hangi nedene dayandığı yönünde bir araştırma yapma yükümlülüğü olmadığı gibi, bu bakımdan takdir yetkisi dahi olmayacaktır. Ancak burada taraf iradeleri mutlak olarak üstün tutulmadığından hâkim, taraf iradelerinin boşanmanın mali sonuçlarıyla çocukların durumunu açısından yerindeliğinin hakkaniyet ve dürüstlük kuralları çerçevesinde denetimini yapacaktır.
Anlaşmalı Boşanmanın Unsurları :
1. Evliliğin En Az Bir Yıl Sürmüş Olması Evlilik töreninden itibaren en az bir yıl geçmedikçe anlaşmalı boşanma isteminde bulunmaya imkan yoktur.
Evlilik birliğinin temelinden sarsılması olgusu, evlilik birliğinin en az bir yıl devam etmiş olması şeklinde bir şartın aranmasıyla objektifleştirilmiş, evliliğin temelinden sarsıldığının teşhisi böylece kolaylaştırılmıştır.1 yıllık asgari sürenin dava şartı olduğu, evliliğin üzerinden 1 yılın geçip geçmediği hususunun hâkimce re’sen dosya arasına getirtilen nüfus aile kayıt örneğinden tespit edilmesi gerektiği söylenebilir. Yargıtay, evliliğin bir yılı doldurmadığının anlaşılması durumunda taraf kanıtlarının toplanarak, bu kanıtlara göre TMK 166/1 hükmüne göre evlilik birliğinin temelinden sarsılmış olup olmadığının kendiliğinden araştırılması gerektiği görüşündedir.Y 2 HD, 2009/16482 E., 2010/18312 K.:“ …Dosyadaki nüfus kaydından tarafların 14.06.2006 tarihinde evlendikleri ve davanın açıldığı tarihte henüz bir yıllık sürenin dolmadığı anlaşılmıştır. Mahkemece, tarafların gösterdikleri delillerin toplanarak, Medeni Kanununun 166/1-2. maddesindeki şartların oluşup oluşmadığı araştırılıp sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, Medeni Kanununun 166/3. maddesinde öngörülen bir yıllık süre şartı gerçekleşmeden tarafların kabulüne dayanarak boşanmaya karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır…”(www.turkhukuksitesi.com-); “…Dosyadaki nüfus kaydından tarafların 1.11.2000 tarihinde evlendikleri ve davanın açıldığı 21.8.2001 tarihinde bir yıllık sürenin dolmadığı anlaşılmaktadır. Mahkemece tarafların gösterdikleri delilleri toplanarak, Medeni Kanun’un 100 Burada evliliğin üzerinden 1 yıl geçmeden dava açıldığı ve yargılama aşamasında bu sürenin dolduğu durumlarda hâkimin anlaşmalı boşanmaya hükmedip hükmedemeyeceği sorusu akla gelebilir. Yargıtay 2 HD 13.3.2003 tarihli 2269/3453 sayılı kararında403 “Başlangıçta noksan olan dava şartına rağmen esasına girilmiş ve noksanlık davanın devamı sırasında tamamlanmışsa artık dava reddedilemez” şeklinde özetlenebilecek Y HGK’nin 22.3.1995 tarih 1994/5 E., 1995/215 K. sayılı ilamına da atıf yaparak, davanın devamı sırasında evlilik bir yılı doldurduğundan ve tarafların irade açıkladıkları tarihte dava şartı tamam olduğundan yerel mahkemenin boşanma hükmünü onamıştır. Yargıtay’ın bu tavrı isabetlidir. Zira her ne kadar dava şartı kamu düzeninden olup dava şartlarından birinin yokluğu halinde esasa girilmeden dava şartı yokluğundan red kararı verilmesi gerekirse de; davanın açılma anında bulunmayıp daha sonra tamamlanan bir dava şartının varlığı durumunda davanın açıldığı anda dava şartı oluşmadığından bahisle red kararı verilemez.Eşlerin bir yıllık süre boyunca fiili olarak birlikte yaşamış olmaları şart değildir. Evliliğin kurulmasından itibaren bir yıllık sürenin geçmiş olması yeterlidir. Bu anlamda taraflar bir yıllık süre içerisinde hiç bir araya gelmeseler dahi, bu durumun sonuca olumsuz bir etkisi olmaz. Yargıtay bir kararında eşlerin anlaşmalı boşanmak için birlikte dava açtıklarında tek başvurma harcının alınmasını yeterli görmüşken; bir başka kararında ise bu kez iki kez başvurma harcı alınmasını gerekli görmüştür.
3. Eşin Açtığı Davanın Diğer Eşçe Kabulü : Kanunkoyucunun tarafların anlaşarak boşanabilmeleri için öngördüğü bir başka şekil de bir eşin açtığı davanın diğer eş tarafından kabul edilmesi durumudur. TMK 166/son cümleye göre, anlaşmalı boşanma davasında, hâkim tarafların ikrarı ile bağlı olacaktır. Bu husus, salt evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına dayanan boşanma davasında değil, diğer özel sebeplere dayanan boşanma davalarında da uygulama alanı bulacak; hâkim bir eşin zina ya da terke dayalı olarak açtığı boşanma davasını diğer eşin kabul etmesi ve evliliğin en az bir yıl sürmesi şartıyla TMK 166/3’e göre boşanma kararı verebilecektir. Anlaşmalı boşanma davasında eşlerden birinin davalı başka bir deyişle çekişme çıkaran taraf olduğu söylenemez. Karşılıklı boşanmak isteyenlerin ikisinin de boşanma konusunda davacı oldukları imzalı beyanları ile tartışılamayacak şekilde açıktır. Anlaşmalı boşanma isteminden vazgeçilmesi durumunda ise hem kadın eşin hem erkek eşin davayı istedikleri takdirde TMK 166/1 hükümlerine göre sürdürmeleri olanaklıdır. Kadın eşin boşanma davasından feragat etmesi nedeniyle kadın eşin boşanma davasının feragat sebebiyle reddine karar verilip, davayı sürdüreceğini açıklayan erkek eşin boşanma davasının TMK 166/1 hükümlerine göre sürdürülerek karar verilmesi gerekir…” Özdemir’e göre; akıl hastalığına dayalı olarak açılan davalar dışındaki diğer davalarda bu imkân bulunmalıdır. Zira akıl hastası olan eşin kabul iradesine değer verilmesi mümkün olmayacağı gibi, anlaşmalı boşanmanın niteliği gereği kanuni temsilcinin akıl hastası yerine beyanda bulunması imkânı da yoktur(Özdemir, s. 139). özel boşanma sebeplerine dayalı olarak açılan davalarda, boşanma sebebinin varlığını ikrar ile davanın kabulünü birbirinden ayırt etmek gerekir. Şöyle ki; örneğin davalının zinayı ikrar etmesi ile boşanma davasını kabul etmesi farklı şeylerdir. Davalının zina ettiğini kabul etmesi hâkimi bağlamaz. Ancak davalı zina ettiğini kabul etmeksizin, açılan boşanma davasını kabul edebilir ve bu durumda anlaşmalı boşanma hükümleri uygulanır.
4. Hakimin Tarafları Bizzat Dinlemesi Taraflar davada bir avukat aracılığıyla temsil edilseler bile, hakim tarafları huzuruna çağırıp onları dinlemek zorundadır. Bu dinlemenin açık bir celsede yapılmasına gerek yoktur, celse dışında da olabilir, ancak bir zabıtla kayıt altına alınması ve taraflarca imzalanması gerekir. Ancak, tarafların bizzat dinlenmesi kamu düzenine ilişkin bir şart olduğundan, eşlerin birlikte aynı hâkim tarafından dinlenmesi gerekeceği, talimatla alınan beyanlarla boşanma kararı verilemeyeceği söylenebilir. Hâkimin tarafları bizzat dinlemesindeki amaç, eşlerin boşanma konusundaki iradelerini serbestçe açıklayıp açıklamadıklarını tespit etmektir. Bu noktada hâkim taraflardan birinin ya da her ikisinin iradesini serbestçe açıklamadığı sonucuna varırsa davayı reddedecektir. Taraflardan biri akıl hastalığı nedeniyle vesayet altına alınmışsa Hâkim huzurunda vasinin iradesini boşanma doğrultusunda açıklamış olması, boşanma isteğinin şahsa bağlı haklardan olması sebebiyle sonuç doğurmaz. Asilin dinlenme olanağı da yoktur. Bu gibi hallerde tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde delilleri toplanıp TMK’nin 166. maddesinin 1 ve 2. fıkralarına göre değerlendirme yapmalıdır.Ancak, Yargıtay son tarihli kararlarında tekrar görüş değiştirerek saike ilişkin düşüncelerin serbest iradeyi ortadan kaldırabileceğini söylemiştir.Bu anlamda Yargıtay’ın bu konuda yerleşmiş bir içtihatının bulunmadığı söylenebilir. Taraf iradelerinin serbestçe açıklanması noktasında Yargıtay, tarafların anlaşmalı boşanma taleplerine ve bu yönde hüküm almalarına rağmen, davacının hukuki ve fiili bir engeli olmadığı halde; iki yıl sekiz ay evliliği sürdürdükten sonra davalıya kararın tebliğini istemesini davacı için bir hak olmakla birlikte; Türk Medeni Kanunu'nun 2. maddesinde yer alan dürüstlük kuralına aykırı ve hakkın kötüye kullanılması niteliğinde görmüş ve hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumayacağından, eşlerin boşanma iradelerini samimi bulmayarak boşanma hükmünün bozulmasına karar vermiştir.
5. Eşlerin Uzlaştıkları Şartların Hâkimce Yerinde Görülmesi TMK 166/3’de hâkimin anlaşmalı boşanmaya karar verilmesi için aranan bir diğer şart tarafların evliliğin mali sonuçları ve çocukların durumuna ilişkin yaptıkları anlaşmanın hâkimce uygun bulunmasıdır. Boşanma davalarında bir an önce boşanma kararı alabilmek için gerek davacı ve gerek davalı aceleci tavırlarıyla hem kendilerinin hem de ortak çocuklarının geleceklerini tehlikeye atabilecek olduklarından, Kanunkoyucu bu şekilde bir düzenleme yapmayı uygun bulmuştur.Burada taraflarca varılan anlaşmanın yazılı bir metne dökülmüş olarak mahkemeye sunulmasına gerek olmasa da anlaşmanın infaz edilecek şekilde hüküm fıkrasında yer alması ve eşler tarafından imzalanması gerekecektir. Farklı olarak Yargıtay, evliliğin mali sonuçları ve çocukların durumuna ilişkin anlaşma onaylanırsa, sözleşmenin mutlaka hüküm fıkrasında gösterilmesini zorunlu görmemektedir. Zira Yargıtay’a göre, boşanmaya karar verilmiş ve protokol bütünüyle karara alınmışsa, hüküm fıkrasına geçirilmemiş olmasının önemi yoktur. Anlaşmanın karar metnine olduğu gibi alınması örtülü onay niteliğindedir. Boşanma sebeplerinin herhangi birisiyle son bularak kesinleşen boşanma davalarında dava sürecinde eşlerden biri maddi ve manevi tazminat ya da yoksulluk nafakasına ilişkin herhangi bir istemde bulunmamışsa, kararın kesinleşmesinden itibaren bir yıl içinde bu yöne ilişkin taleplerde bulunabilir. Gerçekten Medeni Kanunumuzun m. 178. de; “evliliğin boşanma sebebiyle sona ermesinden doğan dava hakları boşanma hükmünün kesinleşmesinin üzerinden bir yıl geçmekle zamanaşımına uğrar” biçiminde bir düzenleme yapılmıştır. Yargıtay’ın 1.3.2004 tarih, 1717-2494432 sayılı eşlerin boşanmanın mali sonuçları konusunda anlaşamadıklarında, hakimin tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde delilleri toplayıp TMK 166/1, 2, 4 fıkralarına göre değerlendirme yapması gerektiğini, TMK 166/3’e göre boşanmaya karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğunu belirttiği kararından yola çıkarak, tarafların boşanmanın mali sonuçları olan maddi-manevi tazminat ve yoksulluk nafakası konularında bir anlaşmaya varmaları gerektiği söylenebilirse de Yargıtay’daki mevcut çoğunluk maddi ve manevi tazminat haklarını saklı tutarak eşlerin anlaşmalı olarak boşanabilecekleri görüşündedir. Yani bu durumda eşler anlaşmalı olarak boşandıktan ve bu boşanma hükmü kesinleştikten sonra ayrıca açacakları davalar ile maddi ve manevi tazminat talep edebileceklerdir.Hâkimin, çocuğa iştirak nafakası verilip verilmeyeceği, çocuğun velayetinin kime verileceğive velayet kendisine verilmeyen eşin çocukla ne şekilde kişisel ilişki kuracağına ilişkin taraflarca yapılan anlaşmayı da uygun bulması gerekir.Tarafların anlaşma hükümleri kapsamında müşterek çocuklar bakımından iştirak nafakası kararlaştırmamaları ve protokolün böylece hâkimin onayından geçerek anlaşmalı boşanmaya ilişkin kararın kesinleşmesi durumu, çocuklara ilişkin konuların kamu düzenine ilişkin olması nedeniyle, bir önem taşımayacak; sonradan çocuklarla ilgili hususlara ilişkin olarak her zaman dava açılabilecektir. Boşanma sonrası verilmiş velayet ve şahsi ilişki tesisine ilişkin mahkeme kararları da TMK’nin 183. maddesindeki “Ana veya babanın başkasıyla evlenmesi, başka bir yere gitmesi veya ölmesi gibi yeni olguların zorunlu kılması halinde hâkim, re’sen veya ana babadan birinin istemi üzerine gerekli önlemleri alır” şeklindeki hüküm doğrultusunda her zaman değiştirilebilir. Anlaşmalı boşanma yapılırken çocuk için iştirak nafakası istenilmemiş olmasının, nafakanın daha sonra istenilmesine engel olmayacağı konusunda Anayasa Md. 43’e 07/05/2010-5982 S.K./4. md. İle getirilen ek üçüncü fıkraya göre: ”Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir.” Bu hüküm,hâkime çocuğu dinleme ve onun fikrini alma gibi yükümlülük getirilmiş bulunmamakla birlikte uluslararası mevzuatta buna ilişkin düzenlemeler bulunmaktadır.Benzer şekilde Yargıtay da uluslararası mevzuat hükümleri doğrultusunda velayet düzenlenirken ana babalık duygularının tatmin edilmesi yanında ve hatta ondan daha önemlisi, çocuğun yararının göz önünde bulundurulması ve bu yönde çocuğun dinlenilmesi gerektiğine ilişkin kararlar vermekte ve bu gereklilik yerine getirilmiş olmadığı takdirde ilk derece mahkemesi kararını bozmaktadır.Her ne kadar anlaşmalı boşanma prosedürü içinde hâkimin eşler arasında varılan anlaşmanın uygun olup olmadığını belirlemek için çocuğun görüşünü öğrenmesi ve bu amaçla çocuğu dinlemesi gerekse de; uygulamada bu yola sıklıkla başvurulmadığı görülmektedir.Türkiye tarafından 1994 tarihinde kabul edilen 20 Kasım 1989 tarihli Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi Md. 12’ye göre: “Taraf Devletler, görüşlerini oluşturma yeteneğine sahip çocuğun kendisini ilgilendiren her konuda görüşlerini serbestçe ifade etme hakkını bu görüşlere, çocuğun yaşı ve olgunluk derecesine uygun olarak, gereken özen gösterilmek suretiyle tanırlar. Bu amaçla çocuğu etkileyen herhangi bir adli veya idari kovuşturmada çocuğun ya doğrudan ya da uygun bir makam yoluyla dinlenilmesi fırsatı, ulusal yasanın usule ilişkin kurallarına uygun olarak çocuğa özellikle sağlanacaktır.”, Türkiye tarafından 18.1.2001 tarihinde kabul edilen Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi’nin 6. maddesine göre: “Bir çocuğu ilgilendiren davalarda adli merci, bir karar almadan önce: a) Çocuğun yüksek çıkarına uygun karar almak için yeterli bilgiye sahip olup olmadığını kontrol etmeli ve gerektiğinde özellikle velayet sorumluluğunu elinde bulunduranlardan ek bilgi sağlamalıdır. b) Çocuğun iç hukuk tarafından yeterli idrak gücüne sahip olduğunun kabul edildiği durumlarda, 1)çocuğun gerekli bilgiyi edindiğinden emin olmalıdır. 2)çocuğun yüksek çıkarına açıkça ters düşmediği takdirde, gerekirse kendine veya diğer şahıs ve kurumlar vasıtasıyla, çocuk ve için elverişli durumlarda ve onun kavrayışına uygun bir tarzda çocuğa danışmalıdır. 3) Çocuğun görüşünü ifade etmesine müsaade etmelidir. c) Çocuğun ifade ettiği görüşe gereken önemi vermelidir.”“…velayet düzenlenmesinde ve değiştirilmesinde aslolan çocuğun yüksek çıkarına, bedensel ve zihinsel gelişimini sağlamaya en uygun çözüme ulaşmaktır. Bu bakımdan yeterli idrake sahip olduğu anlaşılan çocuğun, duruşmaya getirtilerek, dava konusu hakkında bilgilendirilmesi ve kendi görüşünü ifade etme olanağının tanınması Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi Md.3-6 gerektiğinde uzmanlardan bu konuda yardım alınması ve tüm deliller birlikte değerlendirilerek hasıl olacak sonuca göre karar verilemesi gerekir.”Hâkim tarafların yaptığı düzenlemeyi uygun bulmazsa tarafların ve çocukların menfaatini göz önünde bulundurarak gerekli değişiklikleri yapabilirse de bu değişikliklerin taraflarca da kabulü halinde boşanma gerçekleşebilecektir.Yani hâkim uygun gördüğü değişiklikleri taraflara dayatamayacak, kendini tarafların yerine koyarak değişikliği kendiliğinden gerçekleştiremeyecektir. Tarafların kabul etmemesi durumunda ;Yargıtay’ın TMK 166/3’e göre boşanma kararı verilemeyeceğini kabul etmekle birlikte, TMK 166/1, 2’ye göre boşanmaya karar verileceğine ilişkin kararları bulunmaktadır.Anlaşmalı boşanma davasında boşanmaya karar verilebilmesi için taraflar arasında kararlaştırılan düzenlemenin uygulanabilir olması da gerekir. Bunun için öncelikli olarak kararlaştırılan düzenlemenin tamamının hüküm fıkrasına yazılması gerekecektir. Bu anlamda hüküm fıkrasında salt düzenlemeye atıf yapılmış olması yeterli değildir.444 Zira anlaşmalı boşanmaya ilişkin hüküm, tespit hükmü olmadan öteye bir eda hükmü niteliğindedir.“ …Taraflar 18.5.2004 tarihli son oturumda mahkemeye sundukları 15.5.2004 tarihli protokol uyarınca boşanmalarına karar verilmesi istemişlerdir. Mahkemece üçüncü kişileri verilerek, protokolde gösterilen diğer hususlara uygun boşanma hükmü kurulmuştur. Üçüncü kişileri ilgilendirdiğinden bahisle, protokolün 3.3 ve 3.4 maddelerine hükümde yer verilmemesi, protokolde değişiklik yapılması niteliğindedir. Bu konuda tarafların beyanlarının alınması zorunludur. Mahkemece yapılan bu değişiklik hakkında taraflardan bir beyan alınmamış olması nedeniyle Türk Medeni Kanununun 166/3. madde koşulları gerçekleşmediğinden, yazılı şekilde hüküm kurulması bozmayı gerektirmiştir…” "…Hakimin yaptığı değişiklik önerileri taraflarca kabul edilmemiştir….Taraflar tek bir konuda anlaşamamış olsalar bile TMK 166/3 maddesi uyarınca delil toplanmadan karar verilemez. Bu gibi hallerde tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde delilleri toplanıp, TMK 166/1, 2, 4 fıkralarına göre değerlendirilme yapılmalıdır. TMK’nin 166/3 maddesi şartları oluşmadan tarafların delilleri sorulmadan ve gösterilen deliller getirilip, tanıkları dinlenmeden olayların varlığının kabulü sonucu boşanmaya karar verilmesi usul ve yasa hükümlerine aykırıdır.” ”…Davacının açtığı boşanma davası sonucunda TMK 166/3 maddesi uyarınca boşanmaya karar verilmiştir. Eşler, 12.12.2003 tarihli protokolü düzenleyip mahkemeye ibraz etmişlerdir. Mahkemece bu protokolün tamamı hüküm fıkrasına infazda karışıklık yaratmayacak şekilde geçirilmesi gerekir. Bu yön üzerinde durulmadan yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.”Düzenlemenin uygulanabilirliği, uygulamada özellikle taşınmazların devrine ilişkin durumlarda önem kazanmaktadır. Şöyle ki; taraflar kendi mülkiyetlerindeki bir taşınmazı diğer eşe vermeye razı olabilecekleri gibi, devir konusu malın üçüncü kişiye ait olması durumu da söz konusu olabilir. Bu durumda hâkimin dikkatli olması, taşınmazı devretmeyi kabul eden eşin bu taşınmaz üzerinde devir yetkisine sahip olup olmadığını gerekli kayıtları da getirerek araştırması, kendisine verilen yetki doğrultusunda ihtilaf çıkarabilecek nitelikteki düzenlemelerde değişikliklere gidilmesini sağlaması gerekir. Yargıtay 2 HD 2010/5101 E., 2010/8238 K. sayılı ilamında448 tarafların anlaşma protokolüne, mülkiyeti üçüncü kişiye ait bulunan taşınmazın tapuda tescilini amaçlayan madde koymalarının mülkiyet sahibi üçüncü kişiyi infaza zorlama olanağı bulunmadığından doğru olmadığını, boşanma protokolüne uygulama açısından duraksama yaratacak, yeni davaların açılmasına neden olabilecek hükümlerin konulmamasının asıl olduğunu belirtmiş, infaz imkansızlığı nedeniyle uygulanması mümkün olmayan protokol hükümleri nedeniyle sorumluluğu ve bu nedenle uğranılacak zararı sadece taraflardan birine yüklemenin adalete, hakkaniyete uygun olmayacağını, taşınmazı üçüncü kişi konumunda olan kendi kardeşinden alıp çocukları adına tescil ettirmeyi ve evin kullanımını davacıya bırakmaya kabul eden davalının da sorumlu olacağına, davacının protokolün uygulanamaması nedeniyle ortaya çıkan zararının giderilmesini istemeye hakkı olduğuna hükmetmiştir. Kanun kapsamında anlaşmalı boşanmaya ilişkin bir düzenlenme yapılmış olmasına karşın, anlaşmalı ayrılığa ilişkin herhangi bir düzenleme yapılmamıştır. TMK 170 gereğince hâkim boşanma sebebi ispatlandığında boşanma veya ayrılığa karar verme yetkisine sahiptir. Bu hükme göre hâkim ortak hayatın yeniden kurulma olasılığı bulunduğu takdirde ayrılığa hükmedebilecektir.
Comments